İki hücre birleşir, uygun koşullar sağlandığında çoğalır, büyür, değişir, gelişir ve bir birey dünyaya gelir.
Dünyaya gelme ile büyüme- gelişme- değişme bitmez. Devam eder ve eder. İnsan olmak biyo-psiko-sosyal bir canlı olmak demektir.
Çocuk sağlığı ve hastalıkları hekimi olarak her gün bu gelişim ve değişimin farklı basamaklarını gözleme fırsatımız olur.
Bebeğin fiziksel, fonksiyonel büyümesi, bilişsel, sosyal gelişimi ve beraberinde olmazsa olmaz ebeveynlerin psikososyal gelişimi.
Fiziksel- bilişsel ve sosyal gelişim birbiri ile bağlantılıdır. Motor gelişimsel bir aşama sorunu, bilişsel gelişim aşamasında ya da tersi bilişsel bir kazanım eksikliği motor gelişim aşamasında geriliklere neden olabilir.
O zaman fiziksel gelişim gibi duygusal- psikososyal gelişim de takip etmemiz gereken gelişim basamaklarıdır.
Bu alanlardaki takip ve tedavi modaliteleri ise ilgili branş uzmanlarınca yapılmalıdır. Tabii ki disiplinler arası etkileşimde kalınarak.
Psiko-sosyo-seksüel gelişim ve dolayısıyla kişilik gelişimi ile ilgili çeşitli kuramlar geliştirilmiştir. Bunlara bir göz atalım.
Freud’ un Psikoseksüel Kuramı:
Sigmund Freud ( 1856-1939, nörolog, psikanalist, psikoterapist) tarafından ortaya atılan psikanalisttik yaklaşıma göre kişilik id (alt benlik), ego (benlik) ve süper ego (üst benlik) olmak üzere üç ana yapıdan oluşmaktadır.
İd, kişiliğin biyolojik parçasıdır ve insanın doğuştan sahip olduğu tüm dürtülerinin kaynağıdır (cinsellik ve saldırganlık- doğuştan getirdiği iki temel eğilim).
(Cinsellik yalnızca cinsel organların birleşmesine yönelik eylemleri içeren dar bir bağlamda ele alınmamaktadır. Haz sağlayan herhangi bir nesne veya uyarana organizmanın yönelmesi anlamını içermektedir.)
Ego, kişiliğin düzenleyici, denge ve uyum sağlayıcı parçasıdır.
Freud, egonun dış dünyanın etkisi altında alt benliğin bir parçası olarak geliştiğini ve alt benlik ile dış dünya arasında arabuluculuk yaptığını ileri sürmüştür.
Kişiliğin ahlaki yönü olan süper ego ise, bireyin davranışlarının doğru olup olmadığına karar verip toplum tarafından onaylanan değer yargılarına göre davranmasını sağlar.
Süper ego, çocukluk devresinde, çocuğa ailesi ve toplum tarafından aktarılan geleneksel değerlerin etkileşimi sonucu gelişir, ödül ve cezalarla pekiştirilir.
Bu üç bölüm birbirleriyle bütünleşerek, dinamik bir bütün olan kişiliği oluşturmaktadır. Benlik bireyin çevreye uyumunu sağlamak için çaba gösterir.
Freud’a göre yeni doğan bir bireyin kişiliği değişik aşamalardan (psikoseksüel aşamalar) geçerek gelişmektedir.
Bunlar;
1. 0-1 Yaş Oral Dönem
2. 1-3 Yaş Anal Dönem
3. 3-6 Yaş Fallik Dönem
4. 6-11 Yaş Latens Dönemi
5. 11 Yaştan Sonra Genital Dönemdir
İlk üç döneme pregenital dönemler denmektedir.
Freud’a göre kişilik gelişmesinde pregenital dönemler büyük önem taşımaktadır (ilk 6 yaş). Çocuk bu dönemlerde bütün önemli kişilik özelliklerinin temellerini geliştirmiştir.
Freud’ a göre dönemlerin herhangi birinde ya o dönemde fazla doyum sağlama ya da aşırı engelleme sonucunda saplantı olması mümkündür.
Belirli bir dönemde saplantı yaşayanlar o döneme ait özeliklere sahip olacaklardır.
Organizma dengede olduğunda mutlu olur, doyum sağlandığında haz duyar hayatı boyunca bu hazzı arar.
Gerilim oluşursa doyum sağlanamadığını, birtakım eksiklikleri işaret eder.
Bu nedenle her bir aşamanın sağlıklı atlatılması, sağlıklı cinsel ve kişilik gelişimi açısından oldukça önemlidir.
Oral Dönem:
Bebeğin haz noktaları dudak ve dili de içeren ağız bölgesidir.
Emme bebeğin cinsel ilgisini göstermektedir.
İd egemenliği vardır.
Yaşamın 0-12. ayları arasındaki zaman dilimini kapsar; bu süre bazı çocuklarda 24 aya dek uzayabilir.
Yeni doğan çocuğun tüm zevk alma, doyuma ulaşma, gereksinimlerini ifade etme ve onları giderme yolu ağızdır.
Dönemin sağlıklı bir şekilde atlatılabilmesi için bebek yeterli oranda ağız bölgesinden uyarılma gereksinimi duymaktadır.
Oral gereksinimlerin düzenli olarak giderilmesi bebekte anneye bağlılık ve dış dünyaya yönelik güven duygusu oluşturur.
Yeterince karşılanmayan veya aşırı karşılanan oral gereksinimler bireyin oral evreye saplanmasına neden olur (oral fiksasyon).
Oral fiksasyon; aşırı iyimserlik, bağımlılık, pasiflik, sürekli onaylanma beklentisi, benmerkezcilik gibi normalin dışında kişilik özelliklerinin oluşmasına neden olabilir.
Anal Dönem:
Oral dönemi izleyen evredir. Genellikle 12.-36. aylar arasında görülür; oral dönemin uzadığı çocuklarda bu süre 48.aya dek uzanabilir.
Süper ego gelişmeye başlar.
Bu dönemde çocuk dışkısını tutup bırakarak anal bölgesinin uyarılmasından haz aldığı için haz bölgesi anüs, rektum ve mesanedir.
Çocuğun altını kirletmesi, ıkınması, temizlenmesi onun temel gereksinimi olduğu gibi mutluluk ve kızgınlığını belirtmek için de kullandığı yöntemdir.
Çocuğun tuvalet kontrolüyle bağımsızlığı ve öz bakım becerilerini kazandığı unutulmamalıdır. Katı tuvalet eğitimi sonucunda anal dönemde saplanan (anal fiksasyon) çocuk inatçı, titiz, aşırı düzenli ve cimri olabilmektedir.
Çocuğun yaşamının ilk 3 yılını kapsayan bu iki dönem içinde, sevgi objesi kendi vücududur ve sevgisinin kendisine yöneltir; sevgilisi kendisidir (birinci otoerotik dönem).
Fallik Dönem:
Cinsiyet farklılıklarının keşfedildiği, genital bölgeden haz duyulduğu dönemdir.
3.yaşın sonundan 6. ya da 7. yılın sonuna dek sürer.
Cinsiyet ve cinsellikle ilgili sorularına kızmak, korkutmak suçluluk duygusu geliştirmelerine sebep olmaktadır.
Cinsiyet özelliklerinin fark edilmesiyle cinsel organların farklılığının nedenlerini sorgulayabilir, kız çocuklarının da penisleri olduğunu ancak kaybettiklerini düşünebilirler.
Bu durum oğlan çocuklarında kastrasyon korkusu adı verilen penislerini kaybetme korkusuna neden olabilmektedir.
Çocukların karşı cinsteki ebeveynlerine ilgi duyması da dönemin özelliklerindendir.
Freud bu ilgi duyma halini Oedipus ve Elektra Kompleksi olarak adlandırmıştır.
Oedipus Kompleksi:
Oğlan çocuklarının annelerine ilgi duyarak babasını kendisine rakip görmesi ve onu kıskanması durumudur.
Babasına karşı kıskançlık ve hayranlık duyguları besleyen çocuklar babaları ile özdeşim kurarak, model alarak bu dönemi sağlıklı atlatırlar.
Elektra Kompleksi:
Kız çocuklarının babalarına duyduğu hayranlık ve annelerine duyduğu kıskançlık olarak bilinmektedir.
Anne ile özdeşim kurularak döneme saplanmaktan kurtulabilirler.
Bu evreyi rahat ve mutlu yaşamış, bir sonraki evreye başarıyla geçmiş olan çocuklar tüm yaşamları boyunca mutlu, sağlıklı, sevecen ve yaratıcı olurlar.
Bu evredeki algılanan yetersizlikler ve takıntılar aşırı çekingenlik, girişim kısırlığı, cinsel kimlikte güvensizlik, cinsel ilişkiden kaçınma, cinsel soğukluk gibi sonuçlar doğurabilir.
Latent Dönem (uyuklama evresi, gizli dönem):
Belirgin bir cinsellik bulgusu yoktur.
7-9 yaşlarında yaşanan bu cinselliksiz (aseksüel) dönemde, erkek çocukları ve kız çocukları hemcinsleriyle oynarlar.
Anne-baba dışındaki kişilerle (oyun arkadaşlarıyla, öğretmenlerle) ilişkiler kurulur.
Ailenin baskılama ve yasaklamalarından dolayı cinsel dürtülerin gizil kaldığı dönemdir.
Bu dönem aynı zamanda okul çağına giriş dönemi olarak da adlandırılabileceği için çocuklar libidoya ait enerjilerini daha çok akademik alanda kullanarak doyurmaktadırlar.
Genital Dönem:
Bireyin bedeninde hızlı fiziksel değişimlerin gözlendiği, odak noktasının kendisi olduğu ve bedenindeki değişimleri sorun ettiği dönemdir.
Cinsel içerikli sohbetler artar ve romantik ilişkilere karşı ilgi yoğundur, haz bölgesi genital organdır, sağlıklı kimlik gelişimi oluşturması gereken dönemdir.
Anne-babalar bu dönemi yaşayan gencin ilgi ve gereksinmeleri ile gelişim özelliklerini tanıyıp, ona karşı saygılı ve anlayışlı davranarak sorunlarını çözmede yardımcı olmalıdırlar.
Ergenlik ile başlayan ve bu evre boyunca olgunlaşan “erişkin cinsellik” kişinin tüm yaşamınca sürer.
Erikson’ un Psikososyal Kuramı:
Erik Erikson (1902-1994, psikolog) da Freud gibi kişilik gelişimini belirli dönemler içinde ele alır. Ancak bireyin cinsel gelişimi yerine onun sosyal gelişimini temel alır.
Freud’un kişilik gelişimi tanımları, üst-benliğin ortaya çıktığı dönem olan altı yaş civarında son bulmaktadır. Freud’un kuramına göre yetişkin kişiliğinin temel özellikleri bu dönemlerde son şeklini alır. Oysa Erikson, kişilik gelişiminin kişinin yaşamı boyunca devam ettiğini belirtir.
Kişilik gelişiminde sosyal çevreye verdiği önemin yanı sıra, biyolojik temelli doğuştan getirilen bazı özelliklerin de üzerinde duran Erikson, epigenetik bir temel ile kişilik gelişimini açıklamaktadır.
Erikson’a göre, insanın yaşamında belli başlı sekiz kritik dönem vardır.
1. Temel güvene karşı güvensizlik (0-1 yaş)
2. Özerkliğe karşı kuşku ve utanç (2-6 yaş)
3. Girişimciliğe karşı suçluluk (4-6 yaş)
4. Çalışma ve başarılı olmaya karşı aşağılık duygusu (7-11 yaş)
5. Kimliğe karşı kimlik bocalaması (12-17 yaş)
6. Yakın ilişkiler ya da Soyutlanma (Genç yetişkinlik dönemi)
7. Üretkenlik ya da Kısırlık (Yetişkinlik dönemi)
8. Ego Bütünleşimi ya da Umutsuzluk (Yaşlılık dönemi)
Her dönemde de atlatılması gereken bir kriz, bir çatışma bulunmaktadır.
Gelişim dönemlerinde karşılaşılacak olan karmaşaların bir felaket olmadığını; buna karşın bireyin potansiyellerini gerçekleştirebilmesi için bunun hassas bir dönüm noktası olduğunu belirtir.
Bireyin bu karmaşalarla başa çıkabildiği oranda daha sağlıklı bir kişilik yetiştirebileceğine inanılır.
1-Temel güvene karşı güvensizlik (0-1 yaş):
Yaşamın ilk yılında bağımlı olduğu kişilerin bebeğin temel gereksinimlerini düzenli bir biçimde karşılayıp karşılayamamaları, bebekte “güven” duygusunu ortaya çıkmasında etkili olur.
Eğer dönem sağlıklı geçirilirse “temel güven” duygusu edinilir. “
Bebekte, toplumsal güven duygusunun ilk belirtileri; beslenme, uyku, sindirim gibi işlevlerde düzen ve rahatlığın bulunuşudur.
Bu evrede bebek tümden alıcı bir yapıdadır.
Bu alıcı yapıya karşı annenin verici oluşu karşılıklı düzen ve denge sağlamaktadır.
Böylece bebeğin ilk toplumsal başarısı, büyük kaygı ya da öfkeye kapılmadan annesinden belli bir süre uzak kalmasına dayanabilmesidir.
Bu başarı bebeğin benliğinde, varlığı kesinlik kazanmış bir annenin olduğunu gösterir.
2- Özerkliğe karşı kuşku ve utanç (2-6 yaş):
Bu aşamada çocuk, artık kendi davranışlarının kendine ait olduğunun farkına varmaya başlar. Yaptığı her eylem ve başlattığı her girişimde anne baba müdahalesi ile karşılaşan bir çocuğun kendi yeteneği hakkında kuşkuya kapılması durumunda, utanç duyguları geliştirmesi kaçınılmaz olacaktır.
Çocuğun çevresini keşfetmesine izin verilir ve desteklenirse kazanacağı duygu, “özerklik” tir.
3-Girişimciliğe karşı suçluluk (4-6 yaş):
Bu evrede çocuk kendi başına girişimlerde bulunur.
Çocuğun bu konuda gelişebilmesi, girişimlerinin desteklenmesine ve merakının giderilmesine bağlıdır.
Eğer çocuk, davranışlarından ve ilgilendiği konulardan ötürü eleştirilirse, bulunduğu girişimlerden ötürü suçlanma eğilimi gösteren bir kişilik özelliği geliştirir.
Erikson’ a göre çocuğun motor ve dil gelişimi, onun fiziksel ve sosyal çevresini daha fazla araştırmasına katkı sağlar.
Çocukta girişkenliğin artmasıyla, problem olan davranışları da artar.
Girişkenliği, ebeveyni ve öğretmenleri tarafından cezalandırılan çocuk, gerek bu dönemde gerekse hayatının gelecek dönemlerinde yaptıklarının yanlış olduğunu düşünüp suçluluk duyabilir.
Ancak, çocuğun her yaptığı davranışın onaylanması da ahlak gelişimini olumsuz etkileyebilir. Bu durumda, çocuğun yapması ve yapmaması gerekenler konusunda bir denge kurularak girişkenlikleri desteklenmelidir.
4-Çalışma ve başarılı olmaya karşı aşağılık duygusu (7-11 yaş):
Bu dönemde çocuk, yaşantılarından bazı sonuçlar çıkarabilecek biçimde düşünmeye başlar. Bu evrenin en önemli kazanımı “çalışkanlık” duygusunun edinilmesidir.
Dönemin belirgin özelliklerinden birisi, kendisini başkalarıyla kıyaslamaktan kaynaklanan yetersizlik ve aşağılık duygusudur.
7-11 yaş döneminde okul yaşantısı da çocuğu etkilemektedir.
Anne babanın sağlayamadığı destek bazen okuldan gelebileceği gibi, evinde anne babası tarafından beceri kazanmaya teşvik edilen çocuk, okulda kendine olan saygısının azalmasına neden olabilecek öğretmen tutumlarıyla karşı karşıya kalabilir.
Öğrendikleriyle, başardıklarıyla çevresinde beğeni ve takdir toplamak bu dönemde vazgeçilmez bir ihtiyaç olmuştur.
Bu nedenle gerek öğretmenlerin gerekse anne babaların çocuğun başarı ihtiyacının doyurulmasında hayati önemi bulunmaktadır.
Çocuğun başarılı olma isteğinin karşılanmasında, onların yapamayacakları becerilerden ziyade, yapabilecekleri beceriler üzerinde yoğunlaşılmalıdır.
Çocuktan yeteneğinin üzerinde bir başarı göstermesini bekleyerek sonuçta başarısız olarak değerlendirmek yerine, kendi gücüne uygun düşen sorumluluklar yükleyerek başarılı kılmak en doğru davranış olacaktır.
5- Kimliğe karşı kimlik bocalaması (12-17 yaş):
Birey bu dönemde kendisine “Ben kimim?” sorusunu sormaktadır.
Çocuk bilişsel ve bedensel gelişiminin farkına varmakta, bedenini tanımaya başlamakta ve buna uygun olarak bir kimlik belirlemeye yönelmektedir.
Kişi kendisine sorduğu bu soruların cevaplarını “özdeşleşme” ve “taklit” mekanizmaları ile olacağı kişiye bürünerek cevaplamaya çalışmaktadır.
Beğendiği ya da örnek aldığı birisine özenmekte ve onun gibi davranmaya başlamaktadır.
Bu dönemi başarı ile atlatan kimseler kimlik duygusu edinirken, başarıyla atlatamayan kimseler kimlik karmaşasına düşerler.
Yaşamın bu döneminde ergen, kişiliği için bir kimlik geliştirmeye çalışır.
Kimliğini arayış çabası içinde karşı cinsten kişilere, kahramanlara, dinî konulara, öğreti ve ideolojilere, ilgi duyar ve tutkunluk gösterir.
Kararsızlık ve şaşkınlık bu dönemdeki gençlerin dayanışma grupları oluşturmasına neden olur. Bu dönemde ergen, çocuklukta öğrenmiş olduğu kurallarla, yetişkinin geliştirmesi gereken değer yargıları arasında bocalar.
Bireyin olumlu bir kimlik duygusu geliştirebilmesinde daha önceki gelişim dönemlerinde kazanmış olduğu kişilik özelliklerinin önemi büyüktür.
Bununla birlikte gerek anne babalar ve öğretmenler gerekse gencin çevresindeki diğer önemli gördüğü bireyler, ergenlerin yeni rolleri araştırmalarına izin vermelidir.
Bu tür yeni rollerin sağlıklı bir biçimde araştırılması ile ergenlerin yaşamlarında daha olumlu yönelimlerle daha olumlu bir kimliğe sahip olabilecekleri unutulmamalıdır.
6- Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık (17-30 Yaş):
Ergenlik döneminde kimliğini bulan kişi bu dönemde artık başkalarıyla yakınlıklar, dostluklar kurabilir.
Bu dönemde birey ergenlik dönemindeki akran çevresinden daha geniş ilişkiler kurmaya ve topluma karışmaya başlamıştır.
Gencin yaşamında evlilik ve iş kariyeri önemli hale gelir.
Bu dönemdeki krizi sağlıklı olarak atlatan kişi güvenli bir şekilde sevgiyi verme ve alma gücüne sahip olur. Aksi durumda, başkalarıyla dostluk ilişkisi kurmada güçlük çeken genç, psikolojik bir yalnızlığa itilebilir.
Bu yalnızlık “toplumdan yalıtılmışlık ve terk edilmişlik” duygularını beraberinde getirir.
Genç yetişkinin bu dönemdeki krizi atlatmasında, öğretmenlerine ve çevresindeki tüm kişilere karşılıklı sorumluluklar düşmektedir.
İnsana sevgi ve saygıyı esas alan bir toplum yapısında, bu çatışmaların başarılı bir şekilde çözümlenebilmesi mümkündür.
7- Üretkenliğe Karşı Durgunluk (30-60 Yaş):
Bu dönem orta yetişkinlik yıllarını kapsamaktadır.
Yetişkin bu dönemde üretken, verimli ve yaratıcıdır.
Üretkenlik, sadece çocuk yapma ve büyütme anlamını içermemektedir. Birey için çocukları yoluyla neslini devam ettirmek önemli olduğu gibi evi dışında da gelecek nesillerin yetişmesine rehberlik ederek üretkenlik gerçekleştirilebilir.
Bu evrede İş sahibi olamayan ya da evlenmemiş bireyler kendilerinin verimsiz oldukları duygusuna kapılabilirler.
Bu dönemin olumlu bir şekilde atlatabilmesi için bireyin evini, işini paylaştığı kişilere önemli sorumluluklar düşmektedir.
8- Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk (60+ Yaş):
Yaşlılık yıllarını kapsayan bu dönemde birey ya önceki yedi dönemin olumlu birikimi sonucu benliğini tam olarak bulmuştur ya da önceki dönemlerde yaşadığı çatışma tecrübeleri sağlıklı olarak geçirmeme sonucu umutsuzluklar içinde bulunmaktadır.
Bu dönem, üretken geçen bir yaşamın sağlamış olduğu doyum ile yıllarını anlamsız geçirmiş olmanın mutsuzluğu arasındaki çatışmayla belirlenir.
Diğer tüm gelişim süreçlerini ve gelişim dönemlerini başarı ile tamamlamış olan yaşlı birey artık hikmete ulaşmakta ve ölümü kabullenebilmektedir.
Benlik bütünlüğüne ulaşmış yaşlı birey için, çevrede o güne değin üretmiş olduğu şeylerden genç kuşakların yararlanmakta olduğunu görmenin verdiği haz yaşanır.
Piaget’ in Bilişsel Gelişim Kuramı:
Jean Piaget (1896-1980, psikolog), bilişsel gelişimin beynin ve sinir sisteminin olgunlaşması ve bireyin çevreye uyum sağlaması sonucunda gerçekleştiğini belirtmiştir.
Piaget, bilişsel gelişimi dört evreye ayırmıştır.
Bunlar;
1. Duyusal-hareket dönemi (0–2 yaş)
2. İşlem öncesi dönem (2–7 yaş)
3. Somut işlem dönemi (7– 11yaş)
4. Soyut işlem dönemidir (11–12 yaş ve üstü).
Duyusal- hareket dönemi (0-2 yaş):
Bu dönemde çocuk dış dünyayı tanımak için duyularını kullanmaya, uyaranlara uygun tepkiler vermeye ve hareketlerini tekrarlamaya çalışır.
Refleksleri (emme, arama, yakalama, adımlama ..) bebeklerin dünyaya uyum sağlamasına yardım eder, dünya hakkında ilk zihinsel şemalarını oluşturur.
Bu şemalar yeni bilgilerin anlamlandırılmasını, mevcut bilgiye göre değerlendirmesini, dönüştürmesini ve yerleştirmesini sağlayan sürekli yenilenen kalıplardır.
Sürekli yenilenen şemalar ile ilerideki amaçlı davranışlara zemin hazırlanır. Örneğin bebek beşiğindeki bir cisme tesadüfi olarak vurduğunda bir hareketle karşılaşır. Bu davranışı tekrarlar. Bu tekrarlar sayesinde bilişsel becerilerden biri olan neden sonuç ilişkisinin temelleri oluşur.
Bebeklik dönemindeki bu deneyimler bellek ile ilgili özellikleri de geliştirmektedir.
6. aydan önce görüş alanından çıkan nesneyi aramaz. Henüz nesne devamlılığı gelişmediğinden nesnenin yok olduğunu sanır. Yani nesneler görüldüğü zaman var görüntüden çıktığı zamanda yok olmaktadır.
Bu nedenle küçük bebekler “ce-e oyunu” nu büyük bir şaşkınlıkla izler ve kişinin tekrar ortaya çıktığını görerek eğlenirler.
Nesne devamlılığı; nesne veya kişinin direkt olarak dokunulamadığı, görülemediği, işitilemediği durumlarda da var olduğunu anlamaktır.
Yaklaşık 8. ay sonrası gelişmeye başlar.
Bu sayede bebek nesnelerin kendi duyu ve hareketlerinden bağımsızlığını da kavramaya başlar. Bu da bellek gelişimini gösterir.
1-1.5 yaş arası çocuklar tekrarlar yerine yeni davranışları denemeye başlarlar. Çevrelerini merak etmeye başlarlar. Amaca yönelik bilinçli hareketleri başlamış olur.
Amaçları gerçekleştirmek için deneme- yanılma ile tekrarlı hareketler yerine farklı sonuçları deneyimlerler.
1-1.5 yaş sembolik düşüncenin başlangıcıdır. Sadece duyulara bağımlı kalmadan semboller aracılığı ile algılamaya başlarlar.
Bu yaş aralığında taklit başlar. Nesne devamlılığı gelişmiştir.
Bu dönemin en önemli özelliği bebeğin çevresini tanıma, bedenini kullanarak çevresine hakim olma davranışlarıdır.
İşlem öncesi dönem (2–7 yaş):
Çocuk gelişen dil ve problem çözme becerilerini kullanarak dünyayı anlama çalışmalarına devam eder.
2-4 yaş sembolik düşünme dönemi olup çocuk çevresindeki nesneleri başka şeylerin simgesi olarak kullanır (kumandayı telefon gibi kullanır, bebeği ile canlı gibi konuşur..).
Dil gelişiminde önemli adımların atıldığı bu dönemde kelime dağarcığı artar (duyduğu kelimeleri tekrarlar).
Yaşadığı bir problemi çözebilir, problem ile ilgili net açıklama yapamaz, problemin tek yönüne odaklanır.
Tek yönlü düşünme bu dönemin tipik özelliğidir.
3-4 yaş benmerkezci bir dönemdir (kendi dışındaki şeyleri kendi görüş açısından değerlendirir, anlamlandırır).
Bu bencillik, kendini beğenmişlik nedeni ile değil, diğer bireylerin bakış açısını, duygularının kavrayamama durumudur.
Bu dönemin sonuna doğru benmerkezcilik azalmaya başlar.
Bu dönemde canlı-cansız ayrımı yapamazlar (canlandırmacılık/ animizm. Örn; bebekleri ile canlı gibi konuşur, oynarlar).
Animizm hayali oyunları doğurur.
İlgi ve merak gelişir, nesneleri tanımak isterler. Bu nedenle çok soru sorarlar.
Korunum ilkesi (nesnelerin biçim veya yeri değiştiğinde nesnede sayısal/ hacimsel değişimin olmadığı) gelişmemiştir.
4-6 yaş akıl yürütmeye başlarlar. Gerçek- hayal farkına varmaya başlarlar.
Somut işlem dönemi (7– 11yaş):
Somut nesneler ve olaylar arasındaki mantıksal ilişkilerin kurulmaya başlandığı bir dönemdir.
Bireyin sınıflama, sınıflandırma, karşılaştırma, dört işlem yapma ve dönüştürme gibi becerileri gelişerek, çocuğun işlemleri muhakeme edişi mantıklı bir hale gelir.
Korunum problemleri bu dönemde çözülür.
Tersine döndürme düşünce yapısı gelişir.
Birkaç boyutu ele alarak sınıflama yapar.
Ben merkezci düşünceden uzaklaşmaya başlar, empati gelişir.
Somut problemleri çözer (ancak problem çözümü sorunun somut nesnelerle bağlantılı olmasına bağlıdır).
Somut işlemler dönemi, zihinsel işlem yapma yeteneğinin henüz gelişmediği işlem öncesi düşünce ile mantık işletme yoluyla muhakeme yapabilen soyut düşünce arasında bir geçiş dönemi olarak kabul edilebilir.
Soyut işlem dönemidir (11–12 yaş ve üstü):
Bu dönemde bireyin ayırt etme, değişkenleri belirleme ve kontrol etme, hayal kurma, soyut kavramları algılayabilme gibi becerileri gelişir.
Genelleme, tümdengelim, tümevarım gibi zihinsel işlemler yapılabilir.
Birey artık kendi düşünce süreçlerinin farkındadır, kendi düşüncelerini eleştirir, diğer bilinen gerçekleri ölçüt alarak kendi yargılarının doğruluğunu yoklayabilir.
Son dönem olan bu dönemden sonra bilişsel yapıda nitel bir gelişme ortaya çıkmaz. Ancak, geliştirilen yaşantılara bağlı olarak nicel gelişmeler her zaman mümkündür.
Piaget’e göre çocuk bir dönemde kazanması gereken tüm gerekli biliş yapılarını oluşturduğunda o dönemdeki gelişimini tamamlamaktadır.
Piaget tüm çocukların bu gelişim aşamalarının sırasıyla geçirmesi gerektiğine inanmaktadır. Bir gelişim dönemini atlayarak diğerine geçemez.
Ancak çocukların gelişim dönemlerine girme ve tamamlama yaşları birbirinden farklılık gösterebilir.
Bowylb’ in Bağlanma Kuramı:
Bağlanma ile ilgili ilk araştırmaları John Bowlby (1907-1990, psikolog, psikanalist, psikiyatrist) ve arkadaşları yapmışlardır.
Bowlby’ e göre anne ve çocuk arasında kurulan güvenli bir bağlanma ilişkisi çocuğa sağlıklı psikolojik gelişim olanağı sağlar.
Rhesus maymunlarında gözlenen bu bağlanma ilişkisi ile insanlardaki ilk bağlanma süreçleri arasında bir benzerlik olduğuna inanan Bowlby, yanlış gelişmiş ya da dönem dönem kesintilere uğramış bağlanma ilişkilerinin kişilik problemlerine ve zihinsel hastalıklara yol açacağını iddia eder.
Örneğin, ona göre, güvensiz bağlanma biçimleri nevrotik bir kişiliğin gelişmesine zemin oluşturur.
Bağlanma kuramına göre insan hayatı için bağlanmanın üç temel işlevi vardır;
1. dünyayı keşfederken geri dönülebilecek güvenli bir liman olma,
2. fiziksel gereksinimleri karşılama,
3. hayata dair bir güvenlik duygusu geliştirebilme şansı.
Bowlby, bu gereksinimler yeterli düzeyde karşılanmadığı takdirde, çocukta oluşan özbenlik algısıyla bağlantılı olarak patoloji gelişebileceğini öne sürer.
Bağlanma süreciyle ilgilenen pek çok kuramcı, kişinin erişkin hayatında diğer insanlarla kuracağı ilişkilerin niteliğini ve insanlardan beklentilerini belirleyenin, bu kişinin yaşamının erken dönemlerinde annesiyle kurduğu bağlanma ilişkisi olduğunu kabul eder.
Güvenli bağlanma biçimine sahip kişiler aile ve arkadaşlarıyla daha fazla uyumlu, kendilerine ve başkalarına daha çok güvenen ve daha az sosyal problemler yaşayan kişilerdir.
Güvensiz bağlanma biçimine sahip olanlar ise başkalarıyla yakınlaşmaktan rahatsızlık duyan, onlara tamamen güvenmekte oldukça zorlanan, sosyal hayata daha az uyum sağlayan, duygularını çok fazla kontrol edemeyen ve strese karşı daha duyarlı kişilerdir.
Kohut’ un Kendililik Psikolojisi Kuramı:
Kendilik psikolojisi 1970’li yıllarda Heinz Kohut (1913-1981, psikanalist) tarafından geliştirilmiş psikanalitik bir kuramdır.
Başlangıçta narsistik kişiliğin gelişimini anlamaya yönelik olarak ortaya atılan bu kuram, daha sonraları diğer psikopatolojileri de ele alacak şekilde genişletilmiştir.
Bu kuramda ruhsal yapının temel öğesi benlik içinde yer alan kendiliktir.
İnsanın doğuştan itibaren henüz gelişmemiş bir kendilik yapısı mevcuttur. Kendiliğin gelişimi için kendilik nesnesi olarak adlandırılan diğer insanlara gereksinim vardır.
Kohut bebekle kendilik nesnesi arasındaki ilişkiyi ruhsal gelişimin temeli olarak görür.
Donanımsal olarak kodlanmış bir gelişim programıyla dünyaya gelen bebek, ilk zamanlarda kendisini dağınık, parçalanmış zihinsel imajlar şeklinde yaşantılarken, kendilik nesneleriyle ilişkileri aracılığı ile daha bütüncül bir kendilik oluşturur.
Çocuğun annesi-babası ve daha geniş anlamıyla yaşamında önem taşıyan kişilerden oluşan kendilik nesneleri çocuğun kaygısının yatıştırılması, kendi varlığından ve işleyişinden aldığı hazzı onunla paylaşıp ona yansıtarak sürekliliğinin ve bütünlüğünün sağlanması gibi işlevlere sahiptir.
Bunun yanında, yavaş yavaş travmatik olmayan optimal hayal kırıklıkları yaratarak, çocuğun onun için yapılanı kendisi için yapmasını sağlamak ve böylece kendine güvenini ayakta tutmak da bu işlevlerdendir.
Kohut’ a göre, kendilik-nesnesi dinamiğinin olgunlaşması optimal düzeydeki hayal kırıklıkları ile olacaktır.
Bu optimal düzeyde travma ya da engellenme yaratan durumların ruhsal yapıda kırılma oluşturmayıp, yapıyı geliştirdiğini, sağlamlaştırdığını belirtmektedir.
Optimal travma ya da kayıplarda çocuk, kaybedilen nesnenin kendisi için gördüğü işlevi kendi içinde yapılaştırarak o işlevi görmeye başlar.
Zamanla çocuğun hem gereksinimleri karşılanmış olur hem de çocuk bu işlevleri içselleştirerek gereksinimlerini, kendilik nesnelerine giderek daha az gerek duyarak, kendi başına gidermesini öğrenir.
Böylece kendilik ve kendilik nesneleri bütünleşmeye, kendilik kişiliği yapılandıran bir merkez olarak işlev görmeye başlar.
Kendilik düzenlemesi (self regulation) becerisi kazanıldığında, bebek duygularını kontrol edebilir, tahammül gücü artar, kendisini yatıştırabilir.
Kohut psikopatolojiyi kusurlu kendilik nesnesi ilişkilerinden kaynaklanan kendiliğin gelişimindeki sapmalar olarak ele alır.
Ona göre kendilik nesnelerinin fonksiyonlarını yerine getirememesi, çocuğun ihtiyaçlarına cevaplar verememesi normal gelişimin çizgisinde bir duraksamaya, sapmaya yol açarak parçalı olan kendiliğin bütünleşmesini yani sağlıklı gelişimi engellemektedir.
Genel hatları ile kuramlara göz attık.
Kriton Dinçmen (1924-2008, psikiyatrist) ‘ e göre normal kişi tanımına yer vermek isterim.
Dinçmen’ e göre, normal kişi, gerek ruhsal-cinsel (psikoseksüel) evrelerin tümünü zamanında ve doğru biçimde yaşayarak, her bir evreden bir sonrakine zamanında geçerek, aile dışındaki karşı cinse yönelmiş bir cinsellik gösteren, gerekse id’ inin gereksinimlerini yeterli bir süperego ögesiyle yoğurarak mutlu, isteklerini elde etme yetisinde; aynı zamanda başkalarının haklarına, isteklerine ve bireyselliğine saygılı bir egoya sahip kişidir.( Dinçmen K. Psikiyatri/Psikosomatik Tıp, Pan Yayıncılık, İstanbul, 2005)